İçeriğe geç

Osmanlı’da arzuhâl ne demek ?

Osmanlı’da Arzuhâl Ne Demek? Bir Dönemin Şikâyet Mektubu

Hadi bir saniye, gel de şu kavramı biraz daha ciddiye alalım: Osmanlı’da arzuhâl ne demek? Duyunca biraz eski zamanlar, biraz da yazı işleri görevlisi gibi bir şey geliyor, değil mi? “Arzuhâl” dedikleri şey, aslında “dilekçe” anlamına geliyor. Ama öyle sıradan bir dilekçe değil, öyle kısacık, basit “şu konuda yardıma ihtiyacım var” yazısı değil. Osmanlı’da arzuhâl, bir derdin, bir sıkıntının veya talebin en uzun, en dolambaçlı şekilde ifade edilmesi gereken bir şeydi. O kadar uzun yazılırdı ki, muhatap olan kişi önce ne demek istediğini anlayamaz, sonra başından sonuna kadar okurken uyuyakalırdı. Beni de şimdi böyle bir yazı yazarken uyutuyor olabilirsin ama ne yapalım, tarih böyle bir şey işte!

Arzuhâl Nedir, Ne İşe Yarar?

Öncelikle, arzuhâl kelimesinin ne olduğuna bir bakalım. Osmanlı’da insanlar, devlete veya hükümete bir sorunları olduğunda, bunu yazılı olarak arzuhâl adıyla dile getirirlerdi. Arzuhâl, aslında eski bir gelenek; bireylerin devlete olan şikayetlerini veya taleplerini yazılı olarak sundukları bir sistemdi. Bunu modern zamanlarda düşündüğümüzde, aslında çok basit bir şekilde “derdimizi anlatmak” gibi bir şey. Ama öyle basit değil tabii, çünkü Osmanlı’da her şeyin bir usulü vardı. Hatta o kadar formal bir şekilde yapılırdı ki, birisine “Benim işlerim bir türlü yolunda gitmiyor!” diye yazmak yerine, “Sadık kulunuz, işlerin düzelmesi adına derin arzular içinde, huzura nail olmak için çaba sarf etmektedir” şeklinde ifade ederdiniz.

İlk başta bunu duyduğumda gerçekten gözlerim yuvalarından fırlayacak gibi olmuştu. Çünkü bir “derdimiz var” demek, neredeyse bir kitap yazmak gibiymiş! Şimdi düşününce, mesela bugünün dünyasında, eğer Twitter’da “hayatım zor” diye bir tweet atsak, birkaç dakika içinde 300 like alırız. Ama o zamanlar, bir derdini devlete bildirebilmek için birkaç sayfalık bir arzuhâl yazmak gerekiyordu. Yani, bir bakıma bu da bir tür tarihsel “long form tweet” oluyordu!

Osmanlı’da Arzuhâl Yazmak: Kolay İş Değil

Şimdi düşünün, bir Osmanlı vatandaşısınız. Devlete bir şeyler söylemek istiyorsunuz. Ama yalnızca birkaç cümle yazmakla kalmıyor, o yazıyı bin bir dilbilgisi kuralına uygun şekilde yazmanız gerekiyor. Hem de öyle sıradan bir dilde değil, eski Osmanlı Türkçesiyle, büyük ihtimalle başka bir yerde duyduğunuz bir kelimeyi eklemeyi unutmazsanız, dilekçeniz geçerli sayılmayacak. Bu yüzden, arzuhâl yazmak, tam anlamıyla bir ustalık gerektiriyordu. Bunu düşününce, bugün bazen yanlış yazım yüzünden meyve suyu alırken bile moralim bozuluyor, ne demiştim, devlete yazacağım bir şikayet dilekçesini! 

Bir arkadaşım geçenlerde bana şöyle dedi: “Bursa’da bir kafeye gittim, siparişimi unutmuşlar, hemen şikayet yazacağım” dedi. Ben de “Hadi bakalım, Osmanlı usulüyle yazalım o zaman. ‘İçtiğimiz kahvenin zenginlik kazandıran kokusu kalmamış, gözlerimizi ve ruhumuzu bu kahveye adadık ama, keşke bir bardak sıcak içecek ve bir iki kurabiye ile bu anı taçlandırsaydık’” dedim. Kendi aramızda espri yaparken, aslında Osmanlı’daki arzuhâl kültürüne ne kadar benzer bir noktaya geliyoruz. Kendi derdimizi anlatırken, ya da bir şikâyet yazarken bile bu kadar dolaylı olabiliyoruz!

Arzuhâlin Toplumdaki Yeri: Dilekçe Üzerine Bir Sosyo-Kültürel Değerlendirme

Bir de bu arzuhâllerin toplumsal boyutunu düşününce, aslında o kadar da basit bir şey olmadığını fark ediyorum. Çünkü sadece bireylerin değil, toplumların nasıl iletişim kurduğunun da bir göstergesiydi. Mesela, çok basit bir şikâyet bile, devlete yazılmadan önce, bir tür ahlaki ve sosyal gereklilik haline gelirdi. Yani bu yazılı başvurular, insanlar arasında hiyerarşiye uygun bir şekilde yapılır, çok dikkatli bir dil kullanılırdı. Toplumda ne kadar alt sınıfta olursanız, dilekçeniz o kadar süslü olurdu. Mesela, Sultan’a yazılmış bir arzuhâl, bir köylünün yazdığına kıyasla çok daha nazik, çok daha zarif ve uzun olurdu. Arzuhâl bir anlamda, sınıfsal farkları da yansıtırdı. Bugün ise, her şey sosyal medyada hızla çözülebiliyor. Ama eski zamanlarda, devlete ulaşmak o kadar kolay değildi. Bazen, tek bir arzuhâl bile yıllarca okunduğu yerden çıkmazdı.

Bugünün Arzuhâl’i: Sosyal Medya

Peki ya bugün? Osmanlı’daki o “uzun uzadıya yazılan arzuhâller” yerini nereye bıraktı? Sosyal medya! Evet, doğru duydunuz. Artık şikâyetlerimizi, dileklerimizi bir tweet ile duyurabiliyoruz. Mesela, “Yolda trafik var, neden hala buradayım?” dediğimizde, 20 dakikada yüzlerce yorum alabiliyoruz. O zaman, neredeyse bir Osmanlı tarzı dilekçeye dönüşen sosyal medya paylaşımlarının da bir tür “yeni arzuhâl” olduğunu söylemek yanlış olmaz. Fakat işin içinde bir de şu var, işte sosyal medyanın büyük hızında kaybolan o derinlikli dil. Osmanlı’daki gibi uzun, düşünülmüş, pürüzsüz bir dil kullanmak, günümüz dijital dünyasında pek mümkün olmuyor. Bu yüzden, bazen o kadar kısa ve net oluyor ki, sadece “bugün de bir şeyler yanlış gidiyor” demek bile yeterli oluyor. Ama ne olursa olsun, o eski arzuhâl yazılarındaki o derin düşünme hali, bir şekilde modern yaşamda kaybolmuş gibi görünüyor.

Sonuç: Arzuhâl, Bir Sosyal İletişim Aracı Mı?

Sonuçta, Osmanlı’da arzuhâl dediğimiz şey, sadece bir şikâyet dilekçesi değildi. Aynı zamanda toplumun nasıl işlediğini, insanların devlete nasıl ulaşmaya çalıştığını gösteren bir kültürdü. O zamanlar, devlete yazmak bir tür sanat gibiydi; kelimelerle duygularını ifade etmek, saygı göstermek ve taleplerini belirtmek için farklı bir yöntemdi. Şimdi ise, işler biraz daha farklı. Sosyal medya sayesinde derdimizi daha hızlı dile getirebiliyoruz. Ama bazen düşünüyorum, acaba eski zamanlardaki o zarif dil, o üslup, o saygılı anlatım kaybolmuş olabilir mi? Herhalde, kimse sosyal medyada “Huzura ermek için derin arzular içindeyim” yazmaz, değil mi?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

şişli escort
Sitemap
https://tulipbetgiris.org/elexbett.net