Gözde Et Yürümesi Geçer mi? Edebiyatın Derin Gözünden Bir Bakış
Kelimenin insan üzerindeki etkisi, kimi zaman bir ilacın etkisinden bile güçlüdür. Bir yazar için her sözcük, görünmeyen bir dokuya dokunur; içteki yara yerini yoklar, bazen de iyileştirir. “Gözde et yürümesi” denilen tıbbi bir durum, bir edebiyatçının gözünde yalnızca bir rahatsızlık değil, aynı zamanda bir metafordur. Çünkü göz, insanın dünyayla kurduğu ilk temastır; ışığın, anlamın, duygunun kapısıdır. O kapıya perde inerse, sadece görme değil, anlama biçimimiz de bulanır.
Bir Metafor Olarak Gözde Et Yürümesi
Tıpta pterjiyum olarak adlandırılan bu durum, gözün beyaz kısmından saydam korneaya doğru ilerleyen, “yürüyen” bir doku fazlalığıdır. Gözün üzerine ilerleyen bir “et parçası” — kelime soğuk, ama simgesel anlamda derindir. Çünkü bu “yürüyüş”, sadece bedensel bir oluşum değildir; bazen içsel bir körlüğün, bazen de hayatın üzerimize yürüyen ağırlıklarının bir yansıması gibidir.
Edebiyatta bedenin dili, çoğu zaman ruhun hikâyesidir. Virginia Woolf’un “Kendine Ait Bir Oda”sında bahsettiği o görünmeyen baskılar, bazen gözün önünü kaplayan bir zar gibi işler. Gözde et yürümesi de bu anlamda, görme alanını daraltan, ama insanı içe bakmaya zorlayan bir metafor olarak düşünülebilir.
Göz ve Görmenin Edebiyattaki Yeri
Göz, edebiyat tarihinde yalnızca bir organ değil, anlamın kendisidir. Oedipus kendi gözlerini kör ederken, gerçeği nihayet görmüştür. José Saramago’nun “Körlük” romanında ise gözlerin görmemesi, toplumsal bir alegoridir: İnsanlık, gözleri açıkken bile kördür. Bu iki örnek bile, “görmek” ve “görememek” arasındaki gerilimin hem bireysel hem de toplumsal düzeyde nasıl işlendiğini gösterir.
“Gözde et yürümesi geçer mi?” sorusu, bu bağlamda yalnızca tıbbi değil, aynı zamanda felsefi bir sorudur. Edebiyatın dilinde, “geçmek” sadece fiziksel bir iyileşme değil, ruhsal bir dönüşüm anlamına gelir. Gözün üzerindeki perde, belki de insanın kendi üzerine inen bir gölgedir. O gölge kalktığında, sadece net görmek değil, yeniden anlamak mümkün olur.
İçsel Körlükten Görsel Aydınlığa
Bu rahatsızlığın tıbbi yanıtı nettir: Gözde et yürümesi kendiliğinden geçmez, çoğu zaman cerrahi müdahale gerektirir. Ancak edebiyatın penceresinden bakıldığında, “geçmek” başka bir anlam kazanır. Çünkü insan, yaşamın gözünü örten perdeleri sökmeden, kendi hakikatini göremez. Tıpta ameliyat neyse, edebiyatta da yüzleşme odur.
Yüzleşme… Edebiyatın en güçlü tedavi biçimi. Dostoyevski’nin karakterleri, kendi iç karanlıklarını aydınlatmak için ruhlarının derinliklerine inerler. Kafka’nın “Dönüşüm”ünde olduğu gibi, bedensel bozulma bir “uyanış” biçimidir. Gözde et yürümesi de böyledir: Görmenin bozulması, bazen görmenin yeniden tanımlanmasıdır.
Modern Zamanların Körlüğü
Bugünün insanı, ekranların ışığında yaşayan bir varlığa dönüştü. Gözleri sürekli açık, ama bakışları yüzeyde geziniyor. Gözde et yürümesi, bu çağın bir metaforu gibidir: Sürekli ışığa maruz kalan, ama derinliği kaybeden bir bakışın bedensel yansıması. Göz yorulur, kurumaya başlar, sonunda savunma olarak yeni bir doku üretir — tıpkı insanın duygusal savunma mekanizmaları gibi. Göz böylece, insanın yaşamla kurduğu aşırı temasın bedelini öder.
Bu noktada tıp ve edebiyat birbirine yaklaşır. Doktor gözü tedavi eder; yazar ise bakışı. İkisinin de amacı aynıdır: netlik. Görmek, sadece görüntüyle değil, anlamla ilgilidir. Gözde et yürümesi geçer; ama asıl mesele, insanın görme biçimini değiştirmesidir.
Bir Edebiyatçının Cevabı: Geçer Ama İz Bırakır
Bir edebiyatçı olarak bu soruya cevap versem, şöyle derdim: Evet, gözde et yürümesi geçer, ama her iyileşme bir iz bırakır. Çünkü göz, hafızanın da mekânıdır. Bir kez bulanıklık yaşadığında, artık eskisi gibi bakamazsın; daha derin, daha temkinli, belki de daha insancıl bakarsın. Bu, bedensel bir iyileşmeden çok, ruhsal bir dönüşümdür.
Gözde et yürümesi, hayatın da bir metaforudur. Her şey netken bulanır, sonra yeniden aydınlanır. Tıpkı bir romanın sonunda anlamın belirmesi gibi, insan da kendi hikâyesinde gözünü yeniden açar.
Okuyucuya Davet: Senin “Gözün” Ne Görüyor?
Bu yazıyı okuyan her göz, kendi hikâyesini taşır. Kimimizin gözünde toz, kimimizin gözünde perde vardır. Ama her birimizin içinde, görmeye dair bir arzu saklıdır. Belki de sormalıyız: Senin gözünde hangi et yürüyor? Hangi bulanıklık, hangi duygunun maskesi?
Yorumlarda kendi görme deneyimini, kendi edebi çağrışımlarını paylaş. Çünkü edebiyat, tam da burada başlar: bir gözden diğerine geçen anlamda, bir kelimenin içinden doğan aydınlıkta.
Sonuç: Görmenin Hikâyesi
“Gözde et yürümesi geçer mi?” — evet, geçer. Ama bu geçiş, yalnızca bir iyileşme değil, aynı zamanda bir farkındalık hikâyesidir. Gözün derinliğinde başlayan bu yolculuk, edebiyatın da özüdür: Işığı bulmak için önce gölgeden geçmek gerekir.
Ve bazen, en derin görme, gözle değil, kelimelerle olur.